6 Ağustos 2012 Pazartesi

  DARBEDEN GÜNÜMÜZE
         ÜÇ TÜR ÇELİŞME


        Sınıflar varolduğu sürece üç tür çelişme de siyaset sahnesinin özü olmaya devam edecektir. Devrimci siyasi çizgiyi diğerlerinden ayırdeden en ön emli yön, söz konusu üç tür çelişmeyi oluşturan güçleri doğru tahlil etmek ve bu tahlil ışığında tavır belirlemektir. Birinci tür çelişme, halk ile düşman güçler arasında, ikincisi düşman güçler arasında, üçüncü tür çelişme ise halk içindeki çelişme olarak cereyan eder.

     Karşı-devrimin karargahları olan emperyalist, burjuva, feodal sınıfların yanı sıra yine karşı-devrimin sol maskeli karargahları modern revizyonizm ve Abrakadabracılık yani Perinçekçilik bu üç tür çelişme konusunda zaman ve zemine göre kafa karışıklığı yaratarak karşı-devrimci amaçlarına ulaşmayı hedeflemişlerdir.

     Büyük öğretmen Pol Pot'un belirttiği üzere "en önemli şey doğru bir siyasi çizgiye sahip olup olmamaktır. "Bu ilkeyi belirleyen temel ise üç tür çelişmenin doğru ele alınmasıdır.

     Üç tür çelişmenin ışığında darbe ortamı, darbe ve seçimler konusunda kısa kesitlere dayanan bir tahlili gerekli görüyoruz.

    Darbe Ortamı

     12 Eylül darbe ortamının siyasi atmosferi sıkı sıkıya kopmaz bağlar ile dünya siyasi atmosferine bağlıdır. O günün koşullarında iki büyük güç, iki süper devlet arasında amansız bir hegemonya mücadelesi vardı. Esas Akım Savaş olgusunun kaynağı da bu hegemonya mücadelesiydi.
    Şimdi bunun ülkedeki yansımasına bakalım.

     1919'lardan 1990'lara kadar olan süreçte komprador-bürokrat- feodal gü çlerin yarattığı yedi siyasi lider bulunmaktadır. Bunlar sırasıyla, Kemal-İnönü; Bayar-Menderes; Demirel; Evren-Özal'dan ibarettir. Ecevit, Türkeş, Erbakan gibi bürokrat burjuva, faşist ve feodal liderler ise siyasi geleceğin yönünü çizecek güçte değillerdi. Şimdi 12 Eylül 1980 öncesinin darbe ortamına ışık tutan bazı açıklamalara bakalım:

     1981 Ocak ayının ikinci yarısında "darbeci cunta"nın dört günlük ülke çapındaki propaganda faaliyetlerindeki bir mitingte şu konuşmalar geçiyordu:

     "Büyük Paşa... Büyük Paşa... Çok yaşa... Çok yaşa..."

     "Büyük millettir. Siz de çok yaşayın... Hepinize Allah uzun ömürler versin...

     "-İşimizi bitirdikten sonra gideceğiz..."

     "-Gitmeyiniz. Kalınız Paşam..."

     "-Hayır kalmayacağız... "

     Dinleyicilerden bazılarıyla cunta başı Kenan Evren arasında böyle bir konuşma geçiyordu.

     Konuşmanın özü ve düğüm noktası Kenan Evren'in şu sözlerinde ifadesini buluyordu:

     "-İşimizi bitirdikten sonra gideceğiz..."

     Sözünü ettiği bitirilecek olan iş neydi? Şimdi buna bakalım.

     1981 Mayıs'ının ilk haftasında TIME dergisinin Roma Büro Şefi Wilton Wynn'in şu soruları  "bitirilecek olan iş"e açıklık getiriyordu. Konuşma Evren ile  Wilton Wynn  arasındadır.
"TIME- Türk Silahlı Kuvvetlerinin 12 Eylül'de yapmış oldukları müdahale neden gerekliydi?

    
"Kenan Evren- Bir ülke düşünün ki halkı yarınından emin olmasın, herkes 'nereye doğru gidiyoruz?'  diye sorsun...  parlamento mefluç idi ve anarşi buraya da sızmıştı. Elbirliği edecekleri yerde partiler birbirleriyle kutuplaşmışlardı!.. Partiler ülkeyi bir uçurumun kenarına getirmişlerdi..."

    
"TIME-  Terörizme karşı içeride sürdürdüğünüz mücadele ile NATO ittifakı arasında bir irtibat kurulabilir mi?

    
"Kenan Evren- Eğer sol devletin kadrolarını eline geçirseydi, hiç şüphe yok ki Türkiye NATO'dan çıkartılacak ve başka bir yere bakacaktı. NATO'dan çıkmak solcuların çok açık bir niyeti idi ve pek çok yıldır bu emeli beslemekteydiler. Türkiye'de terörizmi kontrol altına almakla bir NATO amacına hizmet etmekte olduğumuzu rahatlıkla söyleyebilirim."

    
12 Eylül darbesinden 12 gün önce yaptığı 30 Ağustos 1980 tarihli konuşmada ise neredeyse açıkça "darbe geliyor" anlamında şu sözleri söylüyordu:

    
"...sapık ideolojilerin bilinçsiz köleleri... Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yumruğu altında ezilerek,  akıttıkları kardeş  kanlarının  günahları içinde boğulup gidecekler..."

     
Türkiye'nin ABD Ankara Büyükelçisi Robert Commer Yankı'nın 22-28 Haziran 1981 tarihli sayısında soruları şöyle yanıtlıyordu:

    
YANKI: 12 Eylül müdahalesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

    
COMMER: Generallerin böylece Türk demokrasisini kurtardıklarına inanıyorum. İlk adımda iki konuda başarılı olduklarını görüyorum. Bunlardan birincisi tedhiş, diğeri ekonomi... Terörü durdurup, siyasi istikrarı sağladılar. 12 Eylül'den önceki koşullar içinde bu ülkenin yaşaması olası değildi. Bu koşullar içinde askerler daha önce iki defa yaptıkları gibi müdahale ettiler. Generaller bu müdahaleleriyle ülkeyi anarşiden kurtardılar. Anarşi içinde demokratik kurumların hiçbiri yaşayamaz.
    
İkinci başarıları ekonomi alanında oldu. Askerler beni şaşırtan bir tutumla serbest pazar ekonomisini onayladılar. Bu çözüm genç ve yetenekli uzmanlarca Demirel'e önerilmişti. Bunlar acı ilaçlardı. Bu programı Demirel hiçbir zaman uygulayamazdı. Çünkü gerekli kanunları çıkaracak meclis çoğunluğu yoktu. MGK Turgut Özal'a yerinde kalmasını hatta başbakan yardımcılığı vererek daha yetkili yere gelmesini söyleyince bundan çok etkilendim. Çok isabetli bir iş oldu. Onu zor politikasında desteklediler. 12 Eylül olmasaydı bu programla ilgili önlemler alınamazdı. Bu konuda generallerin payı çok büyük.

    
Buraya geleli üç buçuk gün oldu. Birçok tanıdığımla konuşuyorum. Bunların bir kısmı eski yönetimde görev almış kişiler. İtiraf etmeliyim ki Türkiye Washington'dan göründüğünden çok daha fazla şey başarmış.

    
YANKI: Türk-Amerikan ilişkilerinin şimdiki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

    
COMMER: Birkaç yıl önceki en düşük seviyesinden çıkarılmış, gelişmekte olan Türk-Amerikan ilişkilerinin artık daha ileri götürüleceğine inanıyorum.1950'lerdeki 1960 başlarındaki karşılıklı güven havasının yeniden oluşturulmakta olduğunu görmekteyim. Çünkü Amerika'nın Türkiye'ye, Türkiye'nin de Amerika'ya gereksinimi vardır.

    
Şimdi İran devrimi ve Afganistan'ın Sovyetler tarafından işgali birdenbire hayati petrol çıkarlarının savunulması konusunda ABD'yi ve Batı dünyasını Japonya da dahil uyandırdı. Bunun neticesi olarak da Türkiye'nin stratejik önemi bir kere daha keşfedildi. Mantık ABD'ye Batı'nın lideri olarak, müttefiki Türkiye'ye yardımı zorlamaktadır. Türkiye'de bir taraftan anarşiyi bastırarak, diğer taraftan sert ekonomik önlemler alıp kendi kendine çeki düzen vererek Batı yardımını daha iyi kullanabileceğini gösterdi. Türk-Amerikan ilişkileri son derece iyidir. Bundan değil de ben Türkiye'nin Avrupa'daki müttefikleriyle ilişkilerinden endişe ediyorum."

    
Türkiye'nin en büyük kompradoru olan Vehbi Koç ise darbe sonrasında Kenan Evren'e yazdığı 3 Ekim 1980 tarihli mektupta şöyle demektedir.

    
"1973 seçimlerinden yedi sene boyunca, iktidara gelen hükümetlerin aldıkları kararlarda parti menfaati ve rey politikası ağır bastığı için memleket bir çıkmaza girmiştir.

   
"O hale gelinmiştir ki, öğretmen öğrencisinden, amir memurundan, anne ve baba çocuğundan, fabrika müdürü işçisinden korkar olmuştur.

   
"İki yıl boyunca 5200 vatandaşın anarşi yüzünden canını kaybetmiş olması ve memlekete büyük miktarda silah ve cephane sokulmuş bulunması, vaziyetin ciddiyetini, vehametini  göstermektedir. Bu durumda; anarşi, bölücülük ve kaçakçılıkla ilgili kanunlar, öncelikle ele alınmalıdır. Yakalanan anarşistlerin ve suçluların mahkemeleri uzatılmamalı ve cezaları süratle verilmelidir...

     Son olarak da Abrakadabra Doğu Perinçek'in darbe öncesi neler söylediğine bakalım:

    "ABD, bütün dünyada olduğu gibi Türkiye'de de darbeler düzenleyecek, durumunu pekiştirecek ve faşist diktatörlükler tezgahlayacak gücü yitirmektedir. ABD insiyatifi kaybetmiştir, olaylar yaratacak güçten yoksundur, daha çok rakip süper devletin yarattığı olaylar karşısında tavır belirlemek durumundadır." (Doğu Perinçek, Türkiye Devriminin Yolu, Aydınlık Yayınları, İkinci Baskı, Mayıs 1979, s.41)

    "Bugün Türkiye ordusu, ABD emperyalizminin emrinde değildir ve ABD'nin Orta Doğu'daki jandarma gücü niteliğini taşımıyor. ABD ile Türkiye arasında son dört-beş yıl içinde yapılan askeri anlaşmalarda ilişkiler eskiye göre daha eşit ve daha bağımsız bir şekilde düzenlenmiştir." (Doğu Perinçek, Türkiye Devriminin Yolu, Aydınlık Yayınları, İkinci Baskı, Mayıs 1979, s.42)

     Aynı Abrakadabra Perinçek bugün şöyle demektedir:

    "Genelkurmay Başkanı 'terörü altı ayda bitiririz, ama demokrasinin nezaketine zarar vermek istemiyoruz' diyor. Dikkat ediniz yurttaşlar, en tehlikeli tavır budur. Kenan Evren de 1980 Nisan'ında askeri darbenin kamuoyu hazırlığına bu sözlerle başlamıştı..." (Doğu Perinçek'in 19 Ekim 1991 günü yaptığı televizyon konuşması.)

     Abrakadabra Doğu Perinçek  "darbenin kamuoyu hazırlığına"  Ağustos 1980'de* şu tahliliyle katkıda bulunuyordu: Çünkü o, darbe hazırlığına değil Rus tehdidine işaret ediyordu. Böylece kitleleri ve sempatizanlarını ve de kadrolarını darbecilere hazırlıksız yakalatıyordu. Bu yönüyle darbecilerin sol saflardaki uzantısı konumundaydı.

    "Bugün Türkiye'nin en canalıcı sorunu, milli savunmayı güçlendirmek ve saldırgana (Rusya'ya) karşı direnmeye hazır olmaktır.

   
"NATO Bakanlar Konseyi İlkbahar Toplantısı bugün Ankara'da başlayacaktır. Kimi çevreler ülkemizin ABD'nin ileri karakolu, olmak tehlikesi ile karşı karşıya bulunduğunu ileri sürmektedir. Bu yöndeki propaganda, aslında yurdumuza yönelen gerçek tehdidi gizlemeye hizmet etmektedir."  (Türkiye Gerçeği, Ağustos 1980, sayı:18, s.1,2)

     Darbe ortamı, ABD Büyükelçisi Commer, cunta şefi Kenan Evren, kompradorların şahı Vehbi Koç ile Amerikancı TİKP şefi Abrakadabra Doğu Perinçek'in aynı çizginin adamları olduğunu kanıtlamıştır. Abrakadabra'nın darbeden 6-7 yıl sonra yaptığı 5-10 sayfalık özeleştiriler bu gerçeği değiştirmez. Olsa olsa yeni dönemdeki yeni maskesinin tahlilini gerekli kılar.

    Darbe Süreci

     Darbenin üç temel amacı bulunuyordu. Darbe sürecini belirleyen bu üç temel amaçtı. Ve her üçü de uygulamaya konuldu. Birincisi, Rus Sosyal Emperyalizminin hegemonyacılığına karşı NATO safında yer alarak NATO'nun bu kanadını emniyete almak. Rus taarruzuna karşı NATO'nun Türkiye kanadından gedik açtırmayarak RSE'nin Akdeniz'e ve Orta Doğu'ya iniş yolunu bir bakıma kapamak.

     İkincisi; demokrat, yurtsever, devrimci, komünist unsurlara karşı haçlı seferi başlatmak. Kök kazıma stratejisi ile faşist-feodal zulmü devreye sokmak. Buna bağlı olarak işçi hakları, hatta dilekçe hakkı bile rafa kaldırılarak, ülkeyi tamamen askeri kışla disiplinine almak. İşkenceyi yaygınlaştırmak, ez ve  çöz mantığıyla hareket etmek bu da yetmiyorsa, itirafçılığı kurumlaştırmak. Yozlaşmış burjuva ideolojisi ile feodal ideolojiye gelişme ve yayılma olanakları tanımak. Basını suskun ve sansürlü kılmak. Diğer yandan, Tan, Erkekçe, Playboy (Bu dönemine göre seks içerikli ve kadını metalaştıran dergilerin yönetici ve sahipleri eski Perinçekçi Nejat Bayramoğlu ve bazı düzeysiz-cahil gazeteciler tarafından bir zamanlar duayen gazeteci ilan edilmiş olan Hıncal Uluç'tur.) gibi dergilerin ve gazetelerin halk kitlelerini seksomanyak tipler haline getirmek amacıyla yayınına yol açmak; dinin ideolojik hegemonyasını denetimli olarak kurarak mücadeleci değil kaderci bir kuşak yetiştirmek. Devrimci ideolojiye tıkanan yolları ajan teori
"feminizme" ve yine ajan teori "sivil toplumculuk"a açmak. Ve yine illegal örgütlenmelere en ağır cezalar verilirken "sol" maskeli denetimli legal partileşmelere anayasada yer vererek "sol"u düzen sınırları içinde pasifize etmek. Radikal sol'a kılıç, legal partili "sol"a elma şekeri siyaseti izlemek. 

     Üçüncüsü; Uluslararası Para Fonu (IMF)'nin dayattığı 24 Ocak kararlarını böyle bir ortamda rahatça uygulamak. Bir avuç komprador burjuvaziye yüksek tatlı karlar, geniş halk kitlelerine işsizlik, pahalılık, YHK belirlemeleriyle ücret, yatırımı durdurma, hayali ihracat, KİT'lerin kar getirenlerini sermayeye satış, emperyalizme bağımlı ekonominin bu bağımlılığını daha da pekiştirme, tarım üretimine darbe.

    Darbenin Kaynağı Darbecinin Kökeni

     Darbenin iki kaynağı bulunmaktadır. Birinci kaynak emperyalizme bağımlı ekonomik yapıdır. Bu da ekonominin dünya emperyalist ekonomik zincirinin bir halkası durumunda oluşudur. Emperyalizm egemenlerin ekonomik krizi aşmada seçenek olarak darbeci yönetimleri dayatması ve bu yönetimlere kabul ettirdiği ekonomik-politikayı devreye sokmaktadır. İkinci kaynak, burjuva demokratik devrimin tamamlanmamış olmasından doğan siyasi yapıdır. Bu siyasi yapıda halkın muhalefeti her zaman baskı altına alınmış, her zaman teröre tabi tutulmuş. Demokratik olarak siyaset sahnesinde yer alamamış-aldırtılmamıştır. Bu 1946'lara kadar süren Kemalizm döneminde bürokrat-militarist baskı olarak kendini göstermiş; 1946 sonrası ise komprador-feodal zaman zaman da faşist karaktere bürünerek süregitmiştir. TC'nin doğuşundan itibaren varolan militarist-bürokrat-komprador-feodal egemenler çelişmesinden halkın muhalefeti de payını almıştır. Bu nedenle parlamenter rejim halkın muhalefetinin de yer aldığı bir rejim değil, bürokrat-komprador-feodal güçlerin daha edeplice birbirine karşı muhalefet yürüttükleri bir siyasi arena olagelmiştir.

     Darbeciler adeta bir partidirler. Öyle bir "parti" ki, iktidara gelmek zorunluluğu duyuyorsa hızla illegal bir tarzda örgütlenip, sabaha karşı tek bir hamlede iktidara gelip legalleşiyor ve yapacağını yaptıktan sonra çekip gidiyor ve "parti" dağılıyor. [Ancak bugün anlıyoruz ki; (2000 yılları sonrası darbe planları ve ERGENEKON yapılanması belgelerinin ortaya çıkmasıyla birlikte) yerini yenilerine bırakıyor. Ve her üç darbe de Genel Kurmay Başkanı'nın bilgisi dahilinde yapılıyor. Darbeciler NATO'daki bir gizli birim tarafından organize edilmekte ve işbirliği halinde faaliyet yürütülmektedir. Bugün Ergenekon veya derin devlet olarak anılan bu güçlerin çekirdeğini oluşturan Özel Harp Dairesi'dir. Ve bunlar da Genel Kurmay Harekat Dairesine bağlıdırlar. TB] Bu "parti"nin hiçbir meşru temeli yoktur. Onu vareden omuzdaki apolet ile NATO desteğidir. Egemen sınıf temsilcileri dahi onların kalıcı iktidarını istememektedirler. Çünkü bu kez egemenlerin rejimi de tehlikeye girmektedir. Vehbi Koç'un mektubu bu saptamanın açık kanıtı olarak ortadadır.

    Darbecilerin Pratiği

     Darbeciler ülkede en gerici, en anti demokratik atmosferi hakim kılmak niyetindeydiler. Uygulamaları da bunu göstermiştir. Sol örgütlenmelere karşı yoğun bir tutuklama ve terör kampanyası başlatıldı. Burjuva partileri "fesih" sayılarak faaliyetleri durduruldu. Liderleri ve kurucularının bir kısmı tutuklandı ya da zorunlu ikamete tabi tut uldu. Sendikalar, dernekler kapatıldı. 1402 Sayılı Kanun ile ilerici aydınlar kurumlardan tasfiye edildi. Darbeciler ülkeyi karış karış gezerek anti-komünizm kampanyalarını sürdürdüler. Tüm parti liderleri suçlu ilan edildi. Adeta siyasi olmak suçlu olmakla eş tutuldu. Baskı ve terör ortamının yarattığı ruh hali üzerine Demirel dahi şöyle diyebilmiştir: "Dağa taşa korku sinmiş."

     Darbeciler yeni bir siyasi yapılanma getirmek amacıyla Danışma Meclisi oluşturdular. Bu aynı zamanda ve esas olarak yeni bir anayasa hazırlamanın adımıydı.
**    **    **
Yukarıda yer alan, Darbeden Günümüze Üç Tür Çelişme başlıklı yazı, Nisan 1992 tarihli Aydınlık Yol dergisinin 3. sayısından alınmıştır. Yazı tarafımdan yazılmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder