1871-1975
(Akıl,
Duygu ve Toplum)-11-
İkinci Dünya Savaşı Sonrası Çelişkiler Ve Tahliller
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra sol saflarda önemli tartışmalar ve mücadeleler yaşanmıştır. Çin Komünist Partisi ile Yugoslav Tito Grubu arasında; Çin Komünist Partisi ile İtalya Komünist Partisi'nden Togliatti arasında ve Çin Komünist Partisi ile SBKP'nin modern revizyonist kliği Kruşçev-Brejnev arasında Marksizm-Leninizmin temel tezlerine ilişkin önemli tartışmalar ve saflaşmalar yaşanmıştır.
O tartışma ve saflaşmalardan Uluslararası Komünist teori kazançlı çıkmıştır.
Marksizm-Leninizm bir kez daha esaslı ve detaylı olarak kavranmıştır. Öte yandan ML teoriyi kavramak yerine ona yeni ve revizyonist tezlerle karşı çıkanlar devrim saflarından karşı-devrim saflarına savrulmuşlardır.
Bu tartışma Türkiye'ye de yansımış 68 Kuşağı anti-revizyonist bir karakter kazanmıştır. Buna karşı sahte TKP (İsmail Bilen - Yakup Demir kliği) gençlik hareketinden tecrit olmuştur.
68 Kuşağı bu mücadelenin önemli bir parçası olan Büyük Proleter Kültür Devrimi'ni savunurken sahte TKP bunun karşısında olmuştur.
O yıllarda Çin'li komünistler Stalin'in ölümü sonrası iktidarı gaspeden Kruşçev kliğine karşı çıkmasına rağmen bunu uluslararası planda deklare etmemiştir. Ancak 1960'tan itibaren tartışma uluslararası plana taşınmış ve ÇKP'nin önemli yayın organlarından Kızıl Bayrak'ta yayınlanmıştır.
Bu yazıda da Kızıl Bayrak Yazı Kurulu'nun makaleleri esas alınarak o dönemin başlıca konuları hatırlatılacaktır.
Öncelikle Yugoslav Tito Grubu tezlerinden başlayalım.
"Yugoslav Tito Grubu tarafından temsil edilen modern revizyonistler, emperyalist tekelci-kapitalist devlet makinasını cazip göstermeye çalışıyorlar. Bunlar, emperyalist ülkelerdeki ve genel olarak kapitalist ülkelerdeki sözde millileştirme politikasını, tekelci devlet kapitalizmini ve devletin ekonomik alana müdahalelerini 'sosyalist unsurların büyümesi', 'planlı ekonominin gerçekleşmesi', 'sosyalist dönüşüm sürecinin başlaması' vb. gibi deyimlerle tanımlamaktadırlar.
"Yine bunlar, 'tedrici değişme', 'devrimle reformun kaynaşması', 'derin bir biçimde sosyalist döneme girilmesi' gibi boş sözler söylemektedirler. Ama bu kişiler, kapitalizmden sosyalizme geçerken, burjuva devlet makinasını parçalayacak bir ihtilal yapmanın ve burjuva diktatörlüğünün yerine proletarya diktatörlüğünü koymanın gerekli olduğuna dair tek kelime söylememektedirler." (Kızıl Bayrak Yazı Kurulu, Leninizm ve Modern Revizyonizm, s.10-11, Komün Yayınları, Birinci Baskı: 1976
Şimdi gelelim uzlaşmalar meselesine; dik durmak demek bazılarınca uzlaşmaları tamamen reddetmekle aynı anlama geliyor. Gereksiz uzlaşmalara girmek de karşı tarafı ilerletirken sizleri geriletiyor. Güç kaybettiriyor. Uzlaşmanın ne zaman, hangi konuda, ne kadar süre içereceği ve ilkeden esneyerek ama ilkeyi çiğnemeden amaca ulaşmayı hedeflediği veya tehlikeli durumu ortadan kaldırmayı esas aldığı, hatta bir tür kazanç denklemi olduğu ve hatta bazen de mecburiyet gereği olduğu bilinmelidir.
Çin'li komünistlerin uzlaşmalar meselesinde neler söylediklerine göz atalım.
"Modern revizyonistlere hiçbir ciddi Marksist-Leninistin, ayrım gözetmeksizin bütün uzlaşmaları reddetmediğini belirtmek isteriz. Uzun devrimci mücadelemiz sırasında biz Çin komünistleri, iç ve dış düşmanlarımızla birçok durumlarda uzlaşmalara vardık. Örneğin, gerici Çan Kay-şek kliği ile bir uzlaşmaya vardık. Kore'ye yardım etmek ve Amerikan saldırısına karşı direnmek için giriştiğimiz mücadelede, Amerikan emperyalizmi ile de bir uzlaşmaya vardık. Marksist-Leninistler için mesele, ne türlü bir uzlaşmaya varılacağı, uzlaşmanın niteliği ve bunun nasıl sağlanacağıdır. Lenin doğru olarak 'ne türlü olursa olsun uzlaşmaları 'prensip olarak' reddetmek, genel olarak uzlaşmaların kabul edilebilirliğini reddetmek, ciddiye alınması bile güç olan bir çocukluktur.' demiştir. Yine, Lenin'in bize söylediği gibi, devrimci proletaryaya yararlı olmak isteyen bir siyasi lider, kabul edilebilir bir nitelikte ve halkın davası yararına olan uzlaşmalarla kabul edilmez nitelikte ve bir ihanetin ifadesi olan uzlaşmalar arasında ayrım yapabilmeli. Biz Çin komünistlerinin, farklı türde uzlaşmalar arasında ayrım yapmamız, halkın davası ve dünya barışı yararına olanları kabul ederek, ihanet niteliğinde olanlara karşı koymamız, Lenin'in öğretilerine tamamen uygundur. Bugün maceracılık yarın teslimiyet politikası hatası işleyenlerin, Troçkizme ya da maskeli Troçkizm ideolojisine sahip oldukları apaçık ortadadır.
İkinci Dünya Savaşı Sonrası Çelişkiler Ve Tahliller
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra sol saflarda önemli tartışmalar ve mücadeleler yaşanmıştır. Çin Komünist Partisi ile Yugoslav Tito Grubu arasında; Çin Komünist Partisi ile İtalya Komünist Partisi'nden Togliatti arasında ve Çin Komünist Partisi ile SBKP'nin modern revizyonist kliği Kruşçev-Brejnev arasında Marksizm-Leninizmin temel tezlerine ilişkin önemli tartışmalar ve saflaşmalar yaşanmıştır.
O tartışma ve saflaşmalardan Uluslararası Komünist teori kazançlı çıkmıştır.
Marksizm-Leninizm bir kez daha esaslı ve detaylı olarak kavranmıştır. Öte yandan ML teoriyi kavramak yerine ona yeni ve revizyonist tezlerle karşı çıkanlar devrim saflarından karşı-devrim saflarına savrulmuşlardır.
Bu tartışma Türkiye'ye de yansımış 68 Kuşağı anti-revizyonist bir karakter kazanmıştır. Buna karşı sahte TKP (İsmail Bilen - Yakup Demir kliği) gençlik hareketinden tecrit olmuştur.
68 Kuşağı bu mücadelenin önemli bir parçası olan Büyük Proleter Kültür Devrimi'ni savunurken sahte TKP bunun karşısında olmuştur.
O yıllarda Çin'li komünistler Stalin'in ölümü sonrası iktidarı gaspeden Kruşçev kliğine karşı çıkmasına rağmen bunu uluslararası planda deklare etmemiştir. Ancak 1960'tan itibaren tartışma uluslararası plana taşınmış ve ÇKP'nin önemli yayın organlarından Kızıl Bayrak'ta yayınlanmıştır.
Bu yazıda da Kızıl Bayrak Yazı Kurulu'nun makaleleri esas alınarak o dönemin başlıca konuları hatırlatılacaktır.
Öncelikle Yugoslav Tito Grubu tezlerinden başlayalım.
"Yugoslav Tito Grubu tarafından temsil edilen modern revizyonistler, emperyalist tekelci-kapitalist devlet makinasını cazip göstermeye çalışıyorlar. Bunlar, emperyalist ülkelerdeki ve genel olarak kapitalist ülkelerdeki sözde millileştirme politikasını, tekelci devlet kapitalizmini ve devletin ekonomik alana müdahalelerini 'sosyalist unsurların büyümesi', 'planlı ekonominin gerçekleşmesi', 'sosyalist dönüşüm sürecinin başlaması' vb. gibi deyimlerle tanımlamaktadırlar.
"Yine bunlar, 'tedrici değişme', 'devrimle reformun kaynaşması', 'derin bir biçimde sosyalist döneme girilmesi' gibi boş sözler söylemektedirler. Ama bu kişiler, kapitalizmden sosyalizme geçerken, burjuva devlet makinasını parçalayacak bir ihtilal yapmanın ve burjuva diktatörlüğünün yerine proletarya diktatörlüğünü koymanın gerekli olduğuna dair tek kelime söylememektedirler." (Kızıl Bayrak Yazı Kurulu, Leninizm ve Modern Revizyonizm, s.10-11, Komün Yayınları, Birinci Baskı: 1976
Şimdi gelelim uzlaşmalar meselesine; dik durmak demek bazılarınca uzlaşmaları tamamen reddetmekle aynı anlama geliyor. Gereksiz uzlaşmalara girmek de karşı tarafı ilerletirken sizleri geriletiyor. Güç kaybettiriyor. Uzlaşmanın ne zaman, hangi konuda, ne kadar süre içereceği ve ilkeden esneyerek ama ilkeyi çiğnemeden amaca ulaşmayı hedeflediği veya tehlikeli durumu ortadan kaldırmayı esas aldığı, hatta bir tür kazanç denklemi olduğu ve hatta bazen de mecburiyet gereği olduğu bilinmelidir.
Çin'li komünistlerin uzlaşmalar meselesinde neler söylediklerine göz atalım.
"Modern revizyonistlere hiçbir ciddi Marksist-Leninistin, ayrım gözetmeksizin bütün uzlaşmaları reddetmediğini belirtmek isteriz. Uzun devrimci mücadelemiz sırasında biz Çin komünistleri, iç ve dış düşmanlarımızla birçok durumlarda uzlaşmalara vardık. Örneğin, gerici Çan Kay-şek kliği ile bir uzlaşmaya vardık. Kore'ye yardım etmek ve Amerikan saldırısına karşı direnmek için giriştiğimiz mücadelede, Amerikan emperyalizmi ile de bir uzlaşmaya vardık. Marksist-Leninistler için mesele, ne türlü bir uzlaşmaya varılacağı, uzlaşmanın niteliği ve bunun nasıl sağlanacağıdır. Lenin doğru olarak 'ne türlü olursa olsun uzlaşmaları 'prensip olarak' reddetmek, genel olarak uzlaşmaların kabul edilebilirliğini reddetmek, ciddiye alınması bile güç olan bir çocukluktur.' demiştir. Yine, Lenin'in bize söylediği gibi, devrimci proletaryaya yararlı olmak isteyen bir siyasi lider, kabul edilebilir bir nitelikte ve halkın davası yararına olan uzlaşmalarla kabul edilmez nitelikte ve bir ihanetin ifadesi olan uzlaşmalar arasında ayrım yapabilmeli. Biz Çin komünistlerinin, farklı türde uzlaşmalar arasında ayrım yapmamız, halkın davası ve dünya barışı yararına olanları kabul ederek, ihanet niteliğinde olanlara karşı koymamız, Lenin'in öğretilerine tamamen uygundur. Bugün maceracılık yarın teslimiyet politikası hatası işleyenlerin, Troçkizme ya da maskeli Troçkizm ideolojisine sahip oldukları apaçık ortadadır.
"1946 Nisan'ında Mao Zedung yoldaş 'Bugünkü Uluslararası Durumun Değerlendirilmesinde Bazı Noktalar' adlı yazısında, sosyalist ülkeler için emperyalist ülkelerle barışçı görüşme yoluyla anlaşmaya varmanın ve bazı önemli meseleleri de içine alan çeşitli konularda gerekli uzlaşmalar yapmanın mümkün olduğunu belirtiyordu. Mao Zedung yoldaş 'böyle bir uzlaşma... ancak Amerika Birleşik Devletleri'nin, İngiltere'nin ve Fransa'nın gerici güçlerine karşı dünyanın bütün demokratik güçlerinin verdikleri kararlı ve etkin mücadelelerin sonucu olabilir' demektedir. Ve şunu eklemektedir. 'Böyle bir uzlaşma, kapitalist dünya ülkeleri halklarının da aynı yolu izleyerek içerde uzlaşmalar yapmalarını gerektirmez. Bu ülkelerin halkları, kendi değişik şartlarına uygun değişik mücadeleler vermeye devam edeceklerdir." (Adı geçen eser, s.16 -17 )
** **
**
Sarsılan
Güven
1871-1975
(Akıl,
Duygu, Toplum)-12-
Çinli komünistler, İkinci Dünya Savaşı sonrasına dair tahlillerini sürdürüyorlar. O tahliller ki, güçlerin doğru tanımlanmasını sağlar, çelişkili güçlerin kimler olduğunu belirler, hangi düşman gücün hangi alanda (ekonomik, politik, askeri) diğerlerinden daha üstün olduğunu anlamaya çalışır. Düşman güçlerden hangilerinin diğerlerine göre onların aleyhine olarak geliştiğini (Lenin'in belirttiği, kapitalizmin ekonomik ve politik olarak eşit olmayan şekilde gelişme tezi) ortaya koyar.
Çinli komünistler, İkinci Dünya Savaşı sonrasına dair tahlillerini sürdürüyorlar. O tahliller ki, güçlerin doğru tanımlanmasını sağlar, çelişkili güçlerin kimler olduğunu belirler, hangi düşman gücün hangi alanda (ekonomik, politik, askeri) diğerlerinden daha üstün olduğunu anlamaya çalışır. Düşman güçlerden hangilerinin diğerlerine göre onların aleyhine olarak geliştiğini (Lenin'in belirttiği, kapitalizmin ekonomik ve politik olarak eşit olmayan şekilde gelişme tezi) ortaya koyar.
Ve her
tahlilde üç temel noktanın ortaya konulmasındaki şu ölçüt dikkate alınır:
1. Düşman güçlerle kendi güçlerimiz arasındaki yani düşmanla halk
arasındaki çelişmelerin belirlenmesi.
2. Düşman güçler arasındaki çelişmelerin
belirlenmesi, hangi düşman gücün kimlerle hasım veya dost olduğunu. Bu çelişme
veya dostluğun boyutları ve ortaya çıkaracağı durumların tespiti.
3. Dost güçler, halkların güçleri arasındaki
çelişmeler ve bu çelişmelerin düşman tarafından halkların ve devrimcilerin
mevcudiyetine karşı kullanılmasının önlenmesi. Halk içindeki çelişmeleri,
çeşitli halklar arasındaki çelişmeleri ele alarak belirleyecek bu çelişmelerin
dostça yöntemlerle ortadan kaldırılması için gerekli çalışmanın yapılması.
4. Düşmanlar arasındaki çelişmelerden
yararlanmak amacıyla yapılan tahliller. Burada zayıf düşman, güçlü düşmana
karşı; bazen güçlü düşman zayıf düşmana karşı kullanılır. Düşman güçlerin
tümüyle aynı anda ve aynı oranda mücadele edilemez. Düşmanların birbirleriyle
olan çelişmeleri doğru ve tam olarak değerlendirilip ona göre bir cepheleşme,
taktik uzlaşma, taktik saldırı benimsenir. Halk için, içinde bulunulan süreçte
en önemli engel durumunda olan düşman güç belirlendikten sonra bu düşman güç
ile çelişkileri olan güçler arasındaki durumdan mümkün olduğu kadar yararlanma
yoluna gidilir. Unutulmamalı ki, her şeyin, her gücün, bir kullanım değeri,
değişim değeri, dönüşüm değeri, dönüştürücü güç değeri vardır. Bunlar yalnızca
ekonomide yer alan ekonomik yasalar değildir. Hayatın her alanında var olan ve
artık felsefi bir içerik taşıdığı anlaşılmış olan dolayısıyla bir düşünce
biçimi olarak "savaş alanında" da kullanılabilecek yasalar
niteliğindedir. Düşmanlar arasındaki çelişmelerden TC devleti daha kurnazca ve
daha sinsice faydalanmaktadır. Ancak sol güçler bunu anlayamadığı gibi
anlamamakta da direnmektedirler. TC devleti, Irak devlet başkanı Saddam'a karşı daima ve daima işbirlikçi Kürt liderler olan Barzani ve Talabani'yi kullanmışlardır. Amaç Saddam'ın iktidardan
devrilmesidir. Bunun ABD için önemi vardı. Çünkü ABD, Irak'ta ki güçler
dengesinde insiyatif sahibi değildi. Hatta TC devleti bir ara Talabani ve Barzani'yi PKK'ye karşı da kullanmıştır. Ancak aynı TC güçleri daha sonra Özerk
Kürdistan (Irak'taki yapılanma) nedeniyle dostluk askıya alınmış zaman zaman
düşmanlığa dönüşmüştür.
Çinli
komünistler İkinci Dünya Savaşı sonrasına dair birinci tür çelişmeden (halk ile
düşman arasındaki çelişme) şöyle söz ediyorlar.
"Emperyalist kampla sosyalist kamp arasındaki çelişme, iki sistem arasında
bir çelişmedir. Ve dünyadaki bu temel çelişme, hiç şüphesiz çok keskindir. Nasıl
olur da bir Marksist-Leninist, bu temel çelişmeyi, iki sosyal sistem yerine,
iki askeri blok arasındaki çelişme olarak görebilir?
"Şunu belirtelim ki, sosyalist ülkeler tabiatları gereği, dışa yayılmaya ihtiyaç duymazlar; yayılamazlar, yayılamazlar ve yayılmamalıdırlar. Bu ülkelerin kendi iç pazarları vardır, özellikle Çin ve Sovyetler Birliği en geniş iç pazarlara sahiptir. [Aslında sosyalist ülkenin iç pazarı da olmaz, olmaması gerekir; çünkü pazar kapitalizme özgü ve kapitalizmin zorunlu varlık alanıdır. Pazar yoksa kapitalizm de yoktur. İkincisi bu satırları yazan Kızıl Bayrak Yazı Kurulu'nun tüm yazdıklarını özellikle yukarıdaki belirlemeler bugünkü revizyonist ve sosyal- emperyalist Çin Komünist Partisi yöneticileri iyi okumalıdır. Çinli sosyal-emperyalistler ABD ve AB emperyalist-kapitalistleriyle tam anlamıyla bir pazar kavgasındadır. Dünya kapitalizminin pazarlarını daraltmak ve sonunda ortadan kaldırmak gibi bir görevi olan komünistler ( tabii sözünü ettiğim Çinli sahte komünistlerdir) bunun tam tersini yapıyorlar ve dünya pazarının ömrünü uzatan bir ekonomik-politik çizgi izliyorlar. TB] Aynı zamanda, sosyalist ülkeler, eşitlik ve karşılıklı çıkar ilkesine uygun olarak uluslararası ticarete girerler; fakat onların emperyalist ülkelerle pazarlar ve nüfuz bölgeleri için kapışmalarına ve hele emperyalist ülkelerle bu alanda çatışmalara girmelerine hiç ihtiyaç yoktur.
"Şunu belirtelim ki, sosyalist ülkeler tabiatları gereği, dışa yayılmaya ihtiyaç duymazlar; yayılamazlar, yayılamazlar ve yayılmamalıdırlar. Bu ülkelerin kendi iç pazarları vardır, özellikle Çin ve Sovyetler Birliği en geniş iç pazarlara sahiptir. [Aslında sosyalist ülkenin iç pazarı da olmaz, olmaması gerekir; çünkü pazar kapitalizme özgü ve kapitalizmin zorunlu varlık alanıdır. Pazar yoksa kapitalizm de yoktur. İkincisi bu satırları yazan Kızıl Bayrak Yazı Kurulu'nun tüm yazdıklarını özellikle yukarıdaki belirlemeler bugünkü revizyonist ve sosyal- emperyalist Çin Komünist Partisi yöneticileri iyi okumalıdır. Çinli sosyal-emperyalistler ABD ve AB emperyalist-kapitalistleriyle tam anlamıyla bir pazar kavgasındadır. Dünya kapitalizminin pazarlarını daraltmak ve sonunda ortadan kaldırmak gibi bir görevi olan komünistler ( tabii sözünü ettiğim Çinli sahte komünistlerdir) bunun tam tersini yapıyorlar ve dünya pazarının ömrünü uzatan bir ekonomik-politik çizgi izliyorlar. TB] Aynı zamanda, sosyalist ülkeler, eşitlik ve karşılıklı çıkar ilkesine uygun olarak uluslararası ticarete girerler; fakat onların emperyalist ülkelerle pazarlar ve nüfuz bölgeleri için kapışmalarına ve hele emperyalist ülkelerle bu alanda çatışmalara girmelerine hiç ihtiyaç yoktur.
"Emperyalist-kapitalist sistem var olduğu sürece, kapitalist emperyalizmin
kanunları işlemeye devam eder. Emperyalistler, içte kendi halklarını daima ezer
ve sömürürler, dışta da, öteki uluslara ve ülkelere karşı saldırılara girişerek
bu uluslarla halkları daima ezer ve sömürürler.(...)
"Kapitalist-emperyalistler, ister eski sömürgecilik politikasını, ister
yeni sömürgecilik politikasını izlesinler, emperyalizmle ezilen uluslar
arasındaki çelişme, son derece keskin, uzlaşmaz bir çelişmedir, ve gizlenemez.
"Üstelik emperyalist devletler,
pazarları, hammadde kaynaklarını, nüfuz bölgelerini ve savaş sözleşmelerinin
karlarını paylaşmak için birbirleriyle durmadan mücadele ederler. Bazen, bu
mücadele keskinliğini bir parça kaybedebilir ve bunun sonucu bazı uzlaşmalar,
hatta 'devlet grupları arasında ittifaklar' doğabilir; ama, bu gevşemeler,
uzlaşmalar ve ittifaklar, emperyalistler arsında daima daha keskin, daha
şiddetli ve daha yaygın çelişmelere ve mücadelelere yol açar. " Kızıl
Bayrak Yazı Kurulu, Leninizm ve Modern Revizyonizm, s.30,31, Komün Yayınları,
Birinci Baskı: Temmuz 1976, İstanbul
Çinli komünistlerin süreci çok iyi takip ettiklerini ve ABD emperyalizmi
hakkında çok gerçekçi saptamalarda bulunduklarını şu satırlarında görüyoruz:
"Alman, İtalyan ve Japon faşistlerinin yerini alan Amerikan
emperyalistleri, İkinci Dünya Savaşı'dan bu yana, dünyanın dört bir yanına bir
yayılma politikası yürütmektedirler. Amerikan emperyalistlerinin, Sovyetler Birliği'ne
karşı koyma perdesi altında, savaş sonrası şartlarından yararlanarak, bir dizi
kapitalist ülkeyi -İngiltere, Fransa, Batı Almanya, Japonya, İtalya, Belçika,
Kanada, Avustralya vb. - doğrudan doğruya Amerika Birleşik Devletleri tekelci
sermayesinin denetimi altına sokulmuşlardır. Bu denetim, askeri olduğu kadar,
ekonomik ve politik bir nitelik de taşımaktadır.
"Başka bir deyişle Amerikan emperyalizmi
dünyada, eşi görülmemiş büyüklükte bir imparatorluk kurma çabasındadır.
Amerikan emperyalizminin kurmaya çalıştığı bu dev imparatorluk, yalnızca Batı
Almanya, İtalya ve Japonya gibi yenik düşmüş ülkeleri ve onların eski
sömürgeleriyle nüfuz bölgelerini değil, savaş sırasında Amerika'nın müttefiki
olan İngiltere, Fransa, Belçika vb. gibi ülkeleri ve onların eski ve şimdiki
sömürgeleriyle nüfuz bölgelerini de köleleştirme hedefi gütmektedir.
"Yani Amerikan emperyalizmi, bu eşi görülmemiş büyüklükteki imparatorluğun
peşinde koşarken, çabalarını Amerika Birleşik Devletleri ile sosyalist ülkeler
arasında kalan devasa ara bölgenin ele geçirilmesi üzerinde
yoğunlaştırmaktadır. Amerikan emperyalizmi, aynı zamanda, sosyalist ülkelere
karşı yeraltı faaliyetleri, baltalama ve saldırı hareketleri yürütmek için her
türlü yola başvurmaktadır." Kızıl Bayrak Yazı Kurulu, Leninizm ve Modern
Revizyonizm, s. 51 -52, Komün Yayınları,
Birinci Baskı 1976, İstanbul.
Mao Tse-toung, İkinci Dünya Savaşı sonrası dünyada durumu Amerikan emperyalizminin
amaçlarını 1946 Ağustos'unda Amerikalı gazeteci Anna Louise Strong'a şöyle anlatıyordu:
"Amerika Birleşik Devletleri ile Sovyetler Birliği'ni Avrupa'daki,
Asya'daki ve Afrika'daki birçok kapitalist, sömürge ve yarı-sömürge ülkeyi
içine alan geniş bir bölge ayırmaktadır. Amerikan gericilerinin, bu ülkeleri
kendilerine bağımlı hale getirmeden önce Sovyetler Birliği'ne saldırmaları söz
konusu olamaz. Amerika Birleşik Devletleri şimdi, Pasifik'te bütün eski İngiliz
nüfuz bölgelerinin toplamından daha geniş alanları denetimi altında tutuyor;
Japonya, Çin'in Kuomintang yönetimi altındaki kesimine, Kore'nin yararına ve
Güney Pasifik bölgesine hakim durumda bulunuyor. Orta ve Güney Amerika'yı
çoktandır denetimi altında bulundurmaktadır. ABD ayrıca, İngiliz
imparatorluğunun tümünü ve Batı Avrupa'yı da denetimi altına almak istiyor.
Çeşitli bahaneler kullanarak, geniş ölçüde askeri planlar hazırlıyor ve birçok
ülkede askeri üsler kuruyor, Amerikan gericileri, bütün dünyada kurdukları ve
kurmaya hazırlandıkları askeri üslerin Sovyetler Birliği'ne karşı yöneltildiği
doğrudur. Ancak, bugün için, Amerikan saldırısına uğrayacak ilk hedef Sovyetler Birliği değil, bu askeri üslerin
bulunduğu ülkelerdir. Bu ülkelerin, kendilerini kimin ezdiğini, Sovyetler
Birliği'nin mi ezdiğini yakın bir gelecekte anlayacaklarına inanıyorum.
Amerikan gericilerinin, ihtiraslarını gerçekleştirmeleri kesinlikle
imkansızdır. Amerikan gericileri, işte bu yüzden, Sovyetlerden kudurmuşçasına
nefret ediyorlar ve bu sosyalist devleti yıkma hayali peşindedir. Ama Amerikan
gericilerinin, şimdi, Sovyet-Amerikan savaşı için naralar atmaları ve havayı
bulandırmaları, bizi onların amaçlarına daha yakından bakmaya zorluyor. O zaman
görünüyor ki, Amerikan gericileri, Sovyet aleyhtarı şiarlarının perdesi
ardında, Amerikan işçilerine ve demokratik çevrelerine azgınca saldırıyorlar ve
Amerika'nın dışa doğru yayılmasına hedef olan bütün ülkeleri Amerika'ya bağımlı
hale getiriyorlar. Amerikan halkı ve Amerikan saldırısının tehdidi altında
bulunan bütün ülkelerin halkları, birleşmeli ve Amerikan gericileriyle onların
bu ülkedeki uşaklarının saldırılarına karşı mücadele etmelidirler. Üçüncü bir
dünya savaşı, ancak bu mücadelede kazanılacak zaferle önlenebilir; yoksa bu
savaş önlenemez." (Mao Tse-toung, "Amerikalı muhabir Anna Louise Strong'la konuşma"; Seçme Eserler, Foreıgn Languages Press, Pekin 1961,
Cilt IV, s.99 -100)
**
** **
Sarsılan
Güven
1871-1975
(Akıl, Duygu, Toplum) -13-
Çin Komünistlerinin Stratejik Ve Taktik Düşüncesi
"Çin komünistleri Marks'ın, Engels'in ve Lenin'in fikirlerine dayanarak, Çin devriminin strateji ve taktiklerini somut devrimci pratik içinde saptamışlardır." (Kızıl Bayrak Yazı Kurulu, Leninizm ve Modern Revizyonizm, s.169, Komün Yayınları, Birinci Baskı: Temmuz 1976, İstanbul)
Çin Komünistlerinin Stratejik Ve Taktik Düşüncesi
"Çin komünistleri Marks'ın, Engels'in ve Lenin'in fikirlerine dayanarak, Çin devriminin strateji ve taktiklerini somut devrimci pratik içinde saptamışlardır." (Kızıl Bayrak Yazı Kurulu, Leninizm ve Modern Revizyonizm, s.169, Komün Yayınları, Birinci Baskı: Temmuz 1976, İstanbul)
Burada,
Kızıl Bayrak Yazı Kurulu'nun bu görüşlerine katılmak mümkün değil. Nedenine
gelince; eğer Mao
Tse-toung, Marks, Engels ve Lenin'in devrim anlayışına uygun olarak strateji ve taktiler saptamış olsaydı,
Çin'de asla ve asla devrim yapılamazdı. Marks'ta ve Lenin'de devrim anlayışı "Genel Ayaklanma" ya dayanır. Çin Devrimi
Genel Ayaklanma yolunu izlememiştir. Çin Devrimi, Uzun Süreli Savaş Stratejisi
veya Uzun Savaş veya Uzun Devrim veya da Halk Savaşı yolunu izlemiştir. Bu yola
hangi adı verirsek verelim bu adlar ve onun içeriği Marks ve Lenin'in devrim anlayışına dayanmaz. Kızıl Bayrak Yazı Kurulu burada oldukça
mütevazı ve alçakgönüllü davranıyor. Tarihi gerçeklerin açıklanmasında, ortaya
konulmasında mütevazı veya alçak gönüllü olmak yerine "gerçekçi"
olunmalıdır. Gerçekçi bir bakış açısı ve değerlendirmeyle şunu ortaya
koymalıyız: Çin Devrimi'nin yolu Marks ve Lenin'in öngördüğü "Genel Ayaklanma" yolu değil, "Uzun Süreli
Savaş Stratejisi" yoludur. Ve bu stratejinin gerek keşif gerekse icat
yönleri tamamen Mao Tse-toung'a aittir. O yeni bir
devrim yolu ortaya koymuş, ve böylelikle Marksizm-Leninizmin devrim
stratejisi kavramına önemli katkıda bulunarak (diğer katkılarının
yanı sıra esas olanı budur) Marksizm-Leninizme Mao Tse-toung
Düşüncesi'ni eklemiştir. 1975 Kampuchea
Devrimi ile birlikte de Mao Tse-toung Düşüncesi, Maoizm halini almıştır. Çünkü tarihte ilk kez Kampuchea'da sınıfsız toplum
(kollektivist sosyalist rejim) kurulmuş ve buna binaen Pol Pot çizgisi, Pol Pot Düşüncesi adını almaya hak kazanmıştır.
Biz
tekrar Kızıl Bayrak Yazı Kurulu'nun açıklamalarına dönelim:
"Mao Tse-toung yoldaş, Çin komünistlerinin strateji ve taktik düşüncesini şöyle
özetlemektedir: 'Dünya üzerindeki emperyalizmle Çin'deki gerici Çan Kay-şek kliğinin yönetimi daha şimdiden çürümüştür ve gelecekleri yoktur. Biz
onları küçümsemekte haklıyız; Çin halkının iç ve dış düşmanlarını alt edeceğine
güveniyoruz ve bunda şüphemiz yoktur. Ama bütünün her bir parçası açısından,
her bir belirli mücadele (askeri, politik, ekonomik ya da ideolojik mücadele)
açısından, düşmanı asla hafife almamalıyız; tersine, düşmanı ciddiye almalı ve
zafer kazanmak için bütün güçlerimizi savaşa yöneltmeliyiz. Biz, strateji k açıdan, tüm açısından, düşmanı
hafife almamız gerektiğini doğru olarak belirtirken, tümün herhangi bir
parçasında, herhangi belirli bir mücadelede, düşmanı asla hafife almamalıyız. Eğer,
bütün açısından, düşmanın gücünü gözümüzde büyütür ve bu yüzden onu yenmeye ve
zafer kazanmaya cesaret edemezsek, sağ oportünizm hatasına düşmüş oluruz. Eğer,
tümün her bir parçası açısından, her belirli mesele açısından, ihtiyatı elden
bırakırsak, mücadele sanatını dikkatle incelemeyip yetkinleştirmezsek, bütün
güçlerimizi savaşa yöneltmezsek ve kazanılması gereken müttefikleri, orta
köylüleri, küçük bağımsız zanaatkar ve tüccarları, orta burjuvaziyi,
öğrencileri, öğretmenleri, profesörleri ve sıradan aydınları, sıradan
memurları, serbest meslek sahiplerini ve uyanık insanları kazanmaya dikkat
etmezsek, 'sol' oportünizm hatasına düşmüş oluruz." Mao Tse-toung, "Parti'nin bugünkü politikasının bazı önemli meseleleri
üzerine" Seçme Eserler, F.L.P. Pekin, Cilt IV, s.181 -182 (Leninizm ve Modern Revizyonizm, s.170)
Mao Tse-toung yoldaş burada, bir tüm olarak proletarya mücadelesinin, yani strateji
meselesinin; ve proletarya mücadelesinde her bir parçanın, her belirli
meselenin, yani taktik meselesinin çok açık-seçik bir açıklamasını yapmıştır.
Meseleye bir tüm olarak, yani stratejik açıdan baktığımızda, düşmanı niçin
küçümsüyoruz? Çünkü emperyalizm ve bütün gericiler çürümektedirler, gelecekleri
yoktur ve yıkılabilirler. Bunu görmemek, devrimci mücadeleye girişme
cesaretinin kaybolmasına, devrime olan inancın kaybolmasına, halkın yanlış yola
yöneltilmesine yol açar. (...) Devrimci bir parti, devrimci mücadelenin akışı
içinde, düşmanla ciddi ve ihtiyatlı bir biçimde kavgaya tutuşmaksızın, devrimci
güçleri gitgide geliştirmek ve genişletmek için çaba göstermeksizin, sadece
devrim hedefini ilan etmekle yetinir, devrimi sadece bir laf konusu olarak ele
alır ya da körü körüne darbeler indirme
yolunu seçerse, umulan zaferi hiçbir zaman gerçekleştiremez. Bu, proletarya
partileri için büsbütün doğrudur. Bir proletarya partisi, devrimci mücadelenin
her bir somut meselesinde düşmanı tam olarak ciddiye alır, proleter stratejisinin
ilkelerine bağlı kalarak düşmanla dövüşmeyi başarırsa, proletaryanın gücü
başlangıçta daha az olsa bile, zaman geçtikçe bir tüm olarak biz üstün
geleceğiz'. Başka bir deyişle, taktik meselelerinde, mücadelenin somut
meselelerinde düşmanı ciddiye alırsak, her bir mücadeleyi kazanmak için olan
bütün çabamızı devrimin zaferini hızlandırmış, zaferin gecikmesini ya da geriye
bırakılmasını önlemiş oluruz.
"Proletarya
partileri, düşmanı taktik açıdan tam olarak ciddiye alarak, belirli
mücadelelerde zaferler kazanarak, düşmanın yenilebileceğini ve düşmanı
küçümsemek için ortada bin bir türlü neden bulunduğunu, gitgide daha çok sayıda
yığınların bizzat kendi deneyleriyle öğrenmelerini sağlarlar. Çin'de şu
atasözleri vardır: Büyük işler küçük başlangıçlardan doğar; ufacık köylerden
kocaman bir ağaç çıkar; dokuz katlı saray başlangıçta bir toprak yığınıdır; bin
fersahlık yolculuğa bir adımla başlanır. Bu atasözleri, gericileri yıkmak
isteyen devrimciler için geçerlidir; yani devrimciler, amaçlarına ancak, mücadele
üstüne mücadele vererek, sayısız belirli mücadelelere girişerek ve bunların her
birinde zafer kazanmak için çalışarak ulaşabilirler.
"Mao
Tse-toung yoldaş 'Çin'in Devrimci
Savaşı'nda Strateji Sorunları' adlı yazısında şöyle der: 'Stratejimiz on kişiye
karşı bir kişiyle karşı çıkmak'tır, taktiğimiz ise bir kişiye karşı on kişiyle
karşı çıkmak'tır. Bu, düşmana karşı üstünlük sağlamak için temel ilkelerimizden
biridir.' [ Mao
Tse-toung, Seçilmiş Askeri Yazılar, Pekin,
s.133 (Leninizm
ve Modern Revizyonizm, s.172)]
Mao Tse-toung yoldaş, şunu ekler: 'Biz çoğu yenmek için azı kullanırız -bunu, bir tüm
olarak Çin'i yönetenlere söyleriz. Biz, azı yenmek için çoğu kullanırız- bunu
da, savaş alanında tek tek her düşman kuvvetine söyleriz.' Aynı eser, s.173
Mao Tse-toung yoldaş burada, askeri mücadele ilkelerini ele almıştır; ama bu ilkeler
politik mücadele için de geçerlidir. Tarih bize gösteriyor ki, burjuva
devrimcileri de içinde olmak üzere, bütün devrimciler, başlangıçta daima
azınlıktadırlar ve önderlik ettikleri güçler de başlangıçta daima nispi olarak
ufak ve zayıftırlar. Devrimciler, stratejilerinde, 'çoğu yenmek için azı
kullanacak' ve düşmana karşı mücadelede 'on kişiye karşı bir kişiyle çıkacak' iradeyi göstermezlerse gevşerler, kısırlaşırlar,
herhangi bir iş başarmada yetersiz kalırlar ve hiç bir zaman çoğunluk haline
gelemezler.
Öte yandan, taktiklerinde, yani belirli bir mücadele içinde yığınları
örgütlemeyi, kazanılabilecek bütün müttefikleri bir araya getirmeyi ve
düşmanlar arsında objektif olarak var olan çelişmelerden yararlanmayı
başaramazlarsa; mücadelede 'azı yenmek için çoğu kullanma' ve 'bir kişiye karşı
on kişiyle çıkma' yöntemini uygulamazlarsa; belirli mücadeleler için gerekli
bütün hazırlıkları yapamazlarsa, her belirli mücadelede zafer kazanmaları ve
küçük zaferlerini çoğaltarak büyük zaferlere ulaşmaları asla mümkün
olamayacaktır ve bizzat kendi
kuvvetlerinin düşman tarafından birer birer ezilmesi ve devrimin gücünün
dağılması tehlikesi ortaya çıkacaktır." (Kızıl Bayrak Yazı Kurulu, Leninizm ve Modern Revizyonizm, s.171 -172, Komün Yayınları, Birinci Baskı: Temmuz 1976, İstanbul)
** ** **
Sarsılan
Güven
1871-1975
(Akıl, Duygu, Toplum) -14-
İlke Ve Esneklik
" 'Tek doğru politika, ilkeye dayanan politikadır.' Lenin'in koyduğu ünlü bir kuraldır bu. Marksizmin her türlü revizyonist ve oportünist akımın üstesinden gelebilmesi ve uluslararası işçi sınıfı hareketi içinde hakim duruma gelebilmesi, tamamen, Marx ve Engels'in ilkeye dayanan politikada diretmeleriyle mümkün olmuştur. Leninizmin de her türlü revizyonist ve oportünist akımın üstesinden gelmeye devam etmesi, Ekim İhtilali'nin zafere götürmesi ve çağımızın uluslararası işçi sınıfı hareketi içinde hakim olması, Lenin'in ve onun arkasından Stalin'in, Marks ve Engels'in davasını ileri götürerek, ilkeye dayanan politikada diretmeleriyle mümkün olmuştur.
"İlkeye dayanan politika" ne demektir? Bu, ortaya koyduğumuz ve kararlaştırdığımız politikanın proletaryanın sınıf bakış açısına, proletaryanın temel çıkarlarına, Marksizm-Leninizm teorisine ve temel Marksist-Leninist görüş açısına dayanması demektir.
İlke Ve Esneklik
" 'Tek doğru politika, ilkeye dayanan politikadır.' Lenin'in koyduğu ünlü bir kuraldır bu. Marksizmin her türlü revizyonist ve oportünist akımın üstesinden gelebilmesi ve uluslararası işçi sınıfı hareketi içinde hakim duruma gelebilmesi, tamamen, Marx ve Engels'in ilkeye dayanan politikada diretmeleriyle mümkün olmuştur. Leninizmin de her türlü revizyonist ve oportünist akımın üstesinden gelmeye devam etmesi, Ekim İhtilali'nin zafere götürmesi ve çağımızın uluslararası işçi sınıfı hareketi içinde hakim olması, Lenin'in ve onun arkasından Stalin'in, Marks ve Engels'in davasını ileri götürerek, ilkeye dayanan politikada diretmeleriyle mümkün olmuştur.
"İlkeye dayanan politika" ne demektir? Bu, ortaya koyduğumuz ve kararlaştırdığımız politikanın proletaryanın sınıf bakış açısına, proletaryanın temel çıkarlarına, Marksizm-Leninizm teorisine ve temel Marksist-Leninist görüş açısına dayanması demektir.
Proletaryanın partisi,
dikkatini kısa vadeli çıkarlarla sınırlamamalı, rüzgara göre yelken açmamalı ve
temel çıkarları hiçbir zaman unutmamalıdır. Proletaryanın partisi, sadece,
olayların günlük değişmelerine boyun eğerek bugün bir şeyi yarın bir başka şeyi
kabul edip savunmamalı, ilkeleri birer mal gibi işportaya çıkarmamalıdır. Başka
bir deyişle, proletaryanın partisi kendisini, ideolojik ve politik bakımdan
bütün öteki sınıflardan ve onların politik partilerinden -yalnız toprak sahiplerinden ve burjuvaziden
değil, küçük burjuvaziden de- ayrı tutarak, politik bağımsızlığını korumalıdır.
Marksist-Leninistler, parti içinde, kendileri ile proleter olmayan ideolojinin
çeşitli tonlarını yansıtan 'sağ' ve 'sol' oportünistler arasında bir sınır
çizgisi çekmelidirler.
Kızıl Bayrak Yazı Kurulu'nun daha doğrusu Çin Komünist Partisi'nin İkinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan yeni duruma dair tahlillerini hem kavramların sürece uygun olarak kullanılması hem de o günün revizyonist akımlarına karşı bir mücadele bayrağı olması açısından özellikle de önemli birer tarihsel belge olması bakımından yazının içinde uzun uzadıya yayınlıyorum.
Evet, Kızıl Bayrak Yazı Kurulu'nun ilke ve taktik ve esnekliğe dair görüşlerini öğrenmeye devam ediyoruz.
"Bazı kişiler, daha dün, Moskova Deklarasyonu ile Moskova Bildirisi'nde ortaya konmuş olan temel devrimci ilkeleri onayladıklarını ifade ederek, bu iki belgeye imzalarını koydukları halde, bugün bu ilkeleri ayaklar altında çiğniyorlar. Bu kişiler, Yugoslav Komünistleri Birliği liderlerinin 'Amerikan emperyalizminin dünya gericiliği Marksizm-Leninizme ihanet ettiklerini kabul ederek Moskova Bildirisi'ni imzaladıktan hemen sonra, gerisin geriye döndüler ve Titocu dönekleri sevgili kardeşleri gibi bağırlarına bastılar. Bu kişiler, 'Amerikan emperyalizminin dünya gericiliğinin en büyük siperi ve uluslararası jandarma olduğunu, bütün dünya halklarının can düşmanı durumuna geldiğini' kabul ettiler, ama hemen arkasından, insanlığın kaderinin, iki devletin, Amerika Birleşik Devletleri ile Sovyetler Birliği'nin yöneticileri arasındaki 'işbirliği'ne, 'karşılıklı güven'e ve 'anlaşma'ya bağlı olduğunu ileri sürdüler; Deklarasyon ve Bildiri'nin kardeş partiler ve ülkeler arasındaki ilişkilere yol gösteren ilkeleri üzerinde birleştiler, ama bu ilkeleri çok geçmeden hemen terkettiler ve bizzat kendi parti kongrelerinde alenen ve kasıtlı olarak, bir başka kardeş partiyi ve ülkeyi suçlama yolunu tuttular. Bu kişiler, kardeş partiler arasındaki ideolojik ayrılıkların ekonomik alana ve devletlerarası ilişkilere bulaştırılmasına asla izin vermeyecekleri yollu laflar etmelerine rağmen, kardeş partiler arsında yapılmış pek çok ekonomik ve teknolojik sözleşmeyi alçakça yırtıp attılar ve hatta bir kardeş partiyle diplomatik ilişkilerini resmen kesecek kadar ileri gittiler. Bu kişiler, Deklarasyon'da ve Bildiri'de revizyonizmin uluslararası işçi sınıfı hareketi içinde başlıca tehlikeyi oluşturduğunu kabul ettiler, ama hemen arkasından, 'dogmatizmin başlıca tehlike olduğunu' fikrini dört bir yana yaydılar. vb. vb. Onların bu hareketlerinde herhangi bir ilke var mı? Politikaları ne gibi bir ilkeye dayanıyor?
Kızıl Bayrak Yazı Kurulu'nun daha doğrusu Çin Komünist Partisi'nin İkinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan yeni duruma dair tahlillerini hem kavramların sürece uygun olarak kullanılması hem de o günün revizyonist akımlarına karşı bir mücadele bayrağı olması açısından özellikle de önemli birer tarihsel belge olması bakımından yazının içinde uzun uzadıya yayınlıyorum.
Evet, Kızıl Bayrak Yazı Kurulu'nun ilke ve taktik ve esnekliğe dair görüşlerini öğrenmeye devam ediyoruz.
"Bazı kişiler, daha dün, Moskova Deklarasyonu ile Moskova Bildirisi'nde ortaya konmuş olan temel devrimci ilkeleri onayladıklarını ifade ederek, bu iki belgeye imzalarını koydukları halde, bugün bu ilkeleri ayaklar altında çiğniyorlar. Bu kişiler, Yugoslav Komünistleri Birliği liderlerinin 'Amerikan emperyalizminin dünya gericiliği Marksizm-Leninizme ihanet ettiklerini kabul ederek Moskova Bildirisi'ni imzaladıktan hemen sonra, gerisin geriye döndüler ve Titocu dönekleri sevgili kardeşleri gibi bağırlarına bastılar. Bu kişiler, 'Amerikan emperyalizminin dünya gericiliğinin en büyük siperi ve uluslararası jandarma olduğunu, bütün dünya halklarının can düşmanı durumuna geldiğini' kabul ettiler, ama hemen arkasından, insanlığın kaderinin, iki devletin, Amerika Birleşik Devletleri ile Sovyetler Birliği'nin yöneticileri arasındaki 'işbirliği'ne, 'karşılıklı güven'e ve 'anlaşma'ya bağlı olduğunu ileri sürdüler; Deklarasyon ve Bildiri'nin kardeş partiler ve ülkeler arasındaki ilişkilere yol gösteren ilkeleri üzerinde birleştiler, ama bu ilkeleri çok geçmeden hemen terkettiler ve bizzat kendi parti kongrelerinde alenen ve kasıtlı olarak, bir başka kardeş partiyi ve ülkeyi suçlama yolunu tuttular. Bu kişiler, kardeş partiler arasındaki ideolojik ayrılıkların ekonomik alana ve devletlerarası ilişkilere bulaştırılmasına asla izin vermeyecekleri yollu laflar etmelerine rağmen, kardeş partiler arsında yapılmış pek çok ekonomik ve teknolojik sözleşmeyi alçakça yırtıp attılar ve hatta bir kardeş partiyle diplomatik ilişkilerini resmen kesecek kadar ileri gittiler. Bu kişiler, Deklarasyon'da ve Bildiri'de revizyonizmin uluslararası işçi sınıfı hareketi içinde başlıca tehlikeyi oluşturduğunu kabul ettiler, ama hemen arkasından, 'dogmatizmin başlıca tehlike olduğunu' fikrini dört bir yana yaydılar. vb. vb. Onların bu hareketlerinde herhangi bir ilke var mı? Politikaları ne gibi bir ilkeye dayanıyor?
"Proletaryanın partisi, ilkeye
dayanan politikaya bağlı kalırken, esneklik de göstermelidir. Devrimci
mücadelede değişen şartlara kendini uydurmamak ve kestirme olmayan ilerleme
yollarını reddetmek yanlıştır. Bu konuda Marksist-Leninistler ile oportünistler
ve revizyonistler arasındaki fark, birincilerin ilkeye dayanan politikalarını
yürütmede esneklikten yana olmaları, ikincilerinse ilkeye dayanan politikanın
terk edilmesi demek olan sözüm ona bir esneklik uygulamalarıdır.
"İlkeye dayanan esneklik oportünizm değildir. Tersine, eğer kişi belirli şartların ışığında ve ilkelere bağlı kalarak, gerekli esnekliği göstermesini bilmez ve eylemini duruma uydurmazsa oportünist hatalara düşebilir ve bu yüzden, devrimci mücadeleye beklenmedik zararlar getirebilir.
"Esnekliğin uygulanmasında, uzlaşma önemli bir meseledir.
Marksist-Leninistlerin uzlaşma meselesine yaklaşımları şöyledir: Onlar, devrimin çıkarlarına hizmet eden gerekli uzlaşmaları, yani ilkeye dayanan uzlaşmaları hiçbir zaman reddetmezler; ama ihanete varan bir uzlaşmaya, yani ilkesiz bir uzlaşmaya da asla yanaşmazlar.
"Lenin şöyle der:
"Marks ve Engels'in bilimsel sosyalizmin kurucuları olarak kabul edilmeleri boşuna değildir. Onlar her türlü laf ebeliğinin amansız düşmanıydılar. Bize sosyalizmin meselelerini (sosyalist taktik meseleleri de içinde olmak üzere) bilimsel olarak koymayı öğrettiler. Ve 1870'lerde Engels, Fransız Blankistlerinin, Komün'den sonra iltica edenlerin, devrimci manifestosunu tahlil ettiği zaman, onların 'uzlaşma yok' biçimindeki yüksekten atan beyanlarının boş bir cümle olduğunu, sözünü sakınmadan açıkça söylemişti. Uzlaşma reddedilmemelidir. Mesele, şartların, bazen en devrimci sınıfın, en devrimci partisini bile kabule zorladığı bütün uzlaşmalardan geçerek, işçi sınıfının ve onun örgütlenmiş öncüsü olan komünist partisinin devrimci taktiklerini ve örgütünü, devrimci bilinç, azim ve hazırlıklarını koruyabilmek, güçlendirebilmek, çelikleştirebilmek ve geliştirebilmektir.' (Lenin, Uzlaşmalar Üzerine, Bütün Eserleri, 4, Rusça baskısı, Moskova, Cilt 30, s.458 // Aktaran: KBYK, Leninizm ve Modern Revizyonizm, s.196, Komün Yayınları, Birinci baskı: Temmuz 1976, İstanbul)
"İlkeye dayanan esneklik oportünizm değildir. Tersine, eğer kişi belirli şartların ışığında ve ilkelere bağlı kalarak, gerekli esnekliği göstermesini bilmez ve eylemini duruma uydurmazsa oportünist hatalara düşebilir ve bu yüzden, devrimci mücadeleye beklenmedik zararlar getirebilir.
"Esnekliğin uygulanmasında, uzlaşma önemli bir meseledir.
Marksist-Leninistlerin uzlaşma meselesine yaklaşımları şöyledir: Onlar, devrimin çıkarlarına hizmet eden gerekli uzlaşmaları, yani ilkeye dayanan uzlaşmaları hiçbir zaman reddetmezler; ama ihanete varan bir uzlaşmaya, yani ilkesiz bir uzlaşmaya da asla yanaşmazlar.
"Lenin şöyle der:
"Marks ve Engels'in bilimsel sosyalizmin kurucuları olarak kabul edilmeleri boşuna değildir. Onlar her türlü laf ebeliğinin amansız düşmanıydılar. Bize sosyalizmin meselelerini (sosyalist taktik meseleleri de içinde olmak üzere) bilimsel olarak koymayı öğrettiler. Ve 1870'lerde Engels, Fransız Blankistlerinin, Komün'den sonra iltica edenlerin, devrimci manifestosunu tahlil ettiği zaman, onların 'uzlaşma yok' biçimindeki yüksekten atan beyanlarının boş bir cümle olduğunu, sözünü sakınmadan açıkça söylemişti. Uzlaşma reddedilmemelidir. Mesele, şartların, bazen en devrimci sınıfın, en devrimci partisini bile kabule zorladığı bütün uzlaşmalardan geçerek, işçi sınıfının ve onun örgütlenmiş öncüsü olan komünist partisinin devrimci taktiklerini ve örgütünü, devrimci bilinç, azim ve hazırlıklarını koruyabilmek, güçlendirebilmek, çelikleştirebilmek ve geliştirebilmektir.' (Lenin, Uzlaşmalar Üzerine, Bütün Eserleri, 4, Rusça baskısı, Moskova, Cilt 30, s.458 // Aktaran: KBYK, Leninizm ve Modern Revizyonizm, s.196, Komün Yayınları, Birinci baskı: Temmuz 1976, İstanbul)
Olgulardan gerçeği bulup çıkarmaya çalışan bir Marksist-Leninist parti, nasıl olur da hiçbir ayrım gözetmeksizin her türlü uzlaşmayı reddeder? Hongqi gazetesinin 1963 yılında yayınlanan sayısında Marksizm ve modern revizyonizm konusunda çıkan başyazısında şöyle deniliyordu:
"Uzun devrimci mücadelemiz sırasında, biz Çin komünistleri, iç ve dış düşmanlarımızla birçok durumlarda uzlaşmalara vardık. Örneğin, gerici Çan Kay-şek kliği ile bir uzlaşmaya vardık. Kore'ye yardım etmek ve Amerikan saldırısına direnmek için giriştiğimiz mücadelede, Amerikan emperyalizmi ile de bir uzlaşmaya vardık.'
"Yazı şöyle devam ediyordu:
"Biz Çin komünistlerinin farklı türde uzlaşmalar arasında ayrım yapmamız, halkın davası ve dünya barışı yararına olanları kabul ederek, ihanet niteliğinde olanlara karşı koymamız, Lenin'in öğretilerine elifi elifine uygundur. Bugün maceracılık, yarın teslimiyet politikası hatası işleyenlerin, Troçkizm ya da maskeli Troçkizm ideolojisine sahip oldukları apaçık ortadadır.'
"Bilindiği gibi Troçki, bütün Rus devrimi tarihinde ve Sovyet sosyalizminin inşası tarihinde olduğu gibi, Brest-Litovsk Antlaşması ile ilgili olarak da son derece aşağılık bir rol oynamıştır. Troçki temel meselelerin tümünde Lenin'e ve Leninizme karşı durmuştur. Sosyalist devrimin ve sosyalist inşanın ilk önce tek bir ülkede zafer kazanabileceğini inkar etmiştir. Devrimci strateji ve taktik meselesinde herhangi bir ilkeye sahip olmayışı, onu bazen 'sol' maceracılık, bazen de 'sağ' teslimiyetçilik politikası hatasına götürmüştür. Brest-Litovsk Antlaşması olayında, önce bir maceracı politikada körükörüne direnmiş, sonra da Lenin'in talimatını çiğneyerek, Brest-Litovsk Antlaşmasını imzalamayı reddetmiş ve aynı zamanda Almanlara, Sovyet Cumhuriyeti'nin savaşa ve seferberliğe son vermeye hazırlandığı yollu, ihanete varan bir beyanda bulunmuştur. Alman saldırganları da bunun üzerine büsbütün küstahlaşmışlar ve daha da ağır şartlar öne sürmüşlerdir. Brest-Litovsk meselesinde Troçkizm buydu işte.
"Şimdi bazı kişiler, Küba olaylarıyla Brest-Litovsk olaylarını, nitelik bakımından tamamen farklı oldukları halde, bunları aynı sepete koymakta bir tarihi yakıştırma yaparak kendilerini Lenin'e benzetmekte ve bir başka ülkenin egemenliğinin feda edilmesine karşı koyanları da Troçkistler olarak damgalamaktadırlar. Bundan daha gülünç bir şey olamaz.
"Lenin, Brest-Litovsk Antlaşması'nın imzalanmasını isterken tamamen haklıydı. Ve, amacı Ekim İhtilali'nin zaferini pekiştirmek için zaman kazanmaktı. Mao Tse-toung yoldaş 1936'da yazdığı 'Çin'in Devrimci Savaşı'nda Strateji Sorunları' adlı yazısında 'sol' oportünizm hatalarını şiddetle eleştirmiştir. Mao, Brest-Litovsk Antlaşmasıyla ilgili olarak şöyle der:
"Rus Bolşevikleri, Ekim İhtilali'nden sonra 'Sol Komünistler'in görüşlerine uyarak, Almanya ile barış anlaşması imzalamayı reddetmiş olsalardı, yeni doğmuş Sovyetler bir erken ölüm tehlikesiyle karşılaşırlardı. " (Mao Tse-toung, Seçilmiş Askeri Yazılar, F.L.P. Pekin, s.117 ) Aktaran: KBYK, Leninizm ve Modern Revizyonizm, s.19)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder